Saturday, January 2, 2010

Umudumuz 2010

2009 her milletten insan tarafından sevinçle uğurlandı. Özellikle global ekonomik krizin etkisiyle o kadar nefret ettirmişti ki kendinden, hemen herkes 2010u hiç olmadığı kadar umutla karşıladı. Dünyaya Obamadan bu yana böylesine umut vadeden hiçbir şey yoktur heralde. Umarım boşa çıkarmaz tüm bu umutları 2010. Daha barışçıl bir dünyanın, daha adaletli bir ekonomik düzenin sinyallerini verir hepimize.

2009 sevimsiz bir yıldı. Tek yıllar sevimsizdir zaten. Yılın on ayında hayatımızın tam merkezinde olan futbol öyle özletir ki kendini tek yılların Haziran-Temmuzunda, o iki ay geçmek bilmez futbol olmadan. O zamanlarda imdada bulvar gazeteleri yetişir. Tüm transfer haberleri palavradır bilirsiniz ama o günün kısmetine düşen bomba transfer kim diye merak eder alırsınız. Sonra hayalini kurarsınız o dünya yıldızının. Takımınızın formasını giydirirsiniz ona hayalinizde, kağıt kalemi alır ideal 11inizi kurarsınız. Tamam dersiniz bu onbiri 4-2-3-1le oynattık mı kimse tutamaz bizi bu sene. Ertesi gün bu sefer başka bir yıldız sokulur bu gazetelerce hayalinize. Bu tür gazeteleri alırken aslında habere değil hayal kurmaya ödüyorsunuzdur parayı ama şikayetiniz de yoktur. 50 kuruşa değerdir hayal kurmak.

ŞİMDİ 2010 ZAMANI
Benim uzun yıllardır beklediğim bir yıldı 2010. Öğrencilik zamanlarında hayallerimizi hep ona endekslerdik. 2010du çünkü o, yuvarlak hesaptı, yakışıklıydı, ve o zamanlar yeterince uzaktı. Ben bir futbol aşığı olarak hep sevmişimdir çift yılları. Haziranla beraber bir aylık yüksek yoğunluklu bir futbol bombardımanına tutulursunuz çünkü. Öyle bir zevk bombardımanıdır ki bu, final maçının bitiş düdüğüyle bir sigara yakasınız gelir, içmiyorsanız bile. Ertesi gün herşey boş gelir artık. Futbolsuz yeni hayata uyum sağlamak nerden baksanız birkaç gününüzü alır. Kısa süreli bir depresyon halidir otuz günde elli küsür maç izledikten sonra futbolsuz kalmak.



Tam 159 gün kaldı ilk düdüğün çalmasına. Bu 5 ay herzamankinden fazla göreceğiz futbolu sokaklarda, reklam panolarında. Dünya kupası bereketiyle gelecek, birçok şirkete nefes aldıracak, ekonomiye can verecek. Televizyon firmalarından turizm acentalarına herkes kullanacak futbol topunu. Evimizdeki ses sisteminden televizyona, maç koltuğumuzdan formamıza kadar herşeyimizi yenilemeye bakacağız. Bir düğün telaşıyla karşılayacağız 2010 Dünya Kupasını. Sonra farkedeceğiz ki biz davetlisi değiliz bu düğünün, içimiz burulacak, olsun dicez, uzaktan da olsa izleriz biz bu şahaneliği. Oysa ne güzeldi 2008, 2002. Herkes bizi izlemişti sahnede oynarken. Düğünün en sükseli misafiri olmuştuk hep.

2010’UN ÖLÜM GRUBU
Tam 64 mac izleyeceğiz 11 Hazirandan başlayarak. Grup fazında Brezilya, Portekiz ve Fildişi Sahilinin bulunduğu G Grubu çok heyecanlandırıyor beni. Üçü de hücum futbolu oynayan bu takımların birbirleriyle oynayacakları maçlar şimdiden aklımızı alıyor başımızdan. Ronaldoyla Keitayi, Kakayla Drogbayı karşılıklı izleyeceğiz. Grubun son takımı Kuzey Korenin tarihinde ikinci kez katılacağı bir turnuvada ölüm grubuna denk gelmesi trajik. Ülke dünyanın dışarıya en kapalı ülkesi, komünizmin son kalelerinden. Bugüne kadar düzenlenen turnuvaların yarısında işgal altında olduğundan ya da çekildiğinden dolayı yer almadı. Umarım 2002deki Suudi Arabistan durumuna düşmezler.

PORTAKALLAR VE LA FURIA ROJA
Hemen her turnuvada olduğu gibi Hollanda ve İspanya yine sempatiyle izleyeceğimiz takımlar olacak. Her seferinde bizi düş kırıklığına uğratırlardı ama İspanya iki sene önce su serpti gönlümüze. Bakalım kendini Türk futbol medyasına beğendiremeyen büyük hocalar familyasına mensup Luis Aragonesin halefi olan aynı familyadan Vicente del Bosque İspanyaya Avrupa Şampiyonluğundan sonra duble yaptırmayı başarabilecek mi? Lakabı “La Furia Roja” (Kırmızı Hiddet) olan İspanya aynı Hollanda gibi Dünya Kupasını eline almayı başaramayan Avrupa Şampiyonlarından. Hollanda bu turnuvaya Norveç ve İskoçyanın olduğu gruptan 8de 8 galibiyetle geliyor. Portakallar gerek eleme gerekse turnuva gruplarında ümide gark ederler bizi ama gerisini getiremezler bir türlü. Bu kez başlarında Bert wan Marwijkle geliyorlar. Kendisi Van Bommelin kayınpederi oluyor aynı zamanda. İsmi de fazla duyulmamış olduğundan Türkiyede çalışsa başına neler gelebileceğini hayal edebiliyorum Hollandalının. Burası stajyer yetiştirme yeri değil, zaten damadını transfer ettirmeye calışıyordan başlar, bu Marwijk teknik direktör değil Haşmetcime kadar gider.

2016 EV SAHİPLİĞİ
2010un futbol dolu bir yıl olacağına şüphe yok. Umarım dünya kupasına gelmeden UEFAda Fenerbahçe ve Galatasarayın başarılarını yaşarız. Milli takıma herkesi heyecanlandırmayı başarabilecek bir teknik direktör gelmesini, Türk futbol medyasında birkaç yıldır yaşanan arınmanın hızlanarak devam etmesini dilerim. Bir diğer önemli konuysa -belki de en önemlisi- Mayıs ayında 2016 Avrupa Şampiyonasına ev sahipliği yapacak ülkeye karar verilecek. 3 adaydan biriyiz ve belki de hiç olmadığımız kadar yüksek şansımız var bu kez. Umutlarımızı boşa çıkarma ey 2010…