Friday, December 17, 2010

Stresin yan etkileri


Gecmiste pek cok filozof teknik direktorun de soyledigi gibi; takiminiz kotu gittiginde hakemlere gonderme yaparsaniz futbolculariniza yetersiz performanslari icin bahane vermis olursunuz.

Baskinin ve yarattigi stresin insanlari nasil etkiledigi, davranislarina ne olcude yansidigi malum. Bu etki cogunlukla olumsuz yonde olur ve iyi yonetilmezse yikici sonuclar dogurabilir. Aykut Kocamanin son aciklamalarini gorunce cok sasirdim ve stresin boylesine dengeli bir insani dahi ne kadar sarsabildigini gordum. Halbuki biz onu iyi ve gelisime acik bir teknik adam oldugu icin sevmedik yalnizca. Duzgun karakteri ve samimiyetiydi onu baska yere koymamizin esas nedenleri. Bu tutumumuzu degistirmis degiliz (biz salt futbolu sevenler) ancak Trabzona verilen penaltilara gonderme yapmasini hos karsilamadik (genc futbolseverler yine rahatsiz).



Penaltilarin dogrulugunu ve hakemlerin Trabzona karsi tutumunu bir kenara birakip olaya yalnizca Fenerbahce futbol takimi penceresinden bakinca dahi bu aciklamanin ne kadar isabetsiz oldugu goruluyor. 16 macta 30 puan toplamis bir sampiyon adayi enerjisini rakibinin topladigi puanlar uzerine kafa yormak yerine kendi sorunlarini cozmeye harcamali diye dusunuyorum. Gecmiste pek cok filozof teknik direktorun de soyledigi gibi; takiminiz kotu gittiginde hakemlere gonderme yaparsaniz futbolculariniza yetersiz performanslari icin bahane vermis olursunuz. Bir onceki yazimda cok dogru yolda ilerledigini belirttigim Aykut hoca, umarim bu son cikisinda israr edip otekilere benzemez.

Sunday, December 12, 2010

Trabzona kim dur diyecek?

Insan Trabzonsporun son 15 yilini gorunce ne yapar eder bir noktada intihar edecek birsey yapar diye dusunmeden edemiyor ama ilk kez bu kadar dengeli bir izlenim veriyor bordo mavili camia. Baslarinda o kadar akli basinda bir teknik direktorleri var ki, sanirim bu kez olacak.

96’dan bu yana havaya girdigi her sezonda kendini imha etmeyi bir sekilde basardi Trabzonspor. Ozellikle Ersun Yanal’la basladigi sezon, iyi giderlerken hocayi kovmasalar, belki 71 puanla sampiyon olan Besiktasi gecebilirlerdi. Su anki puan ortalamasiyla devam ederlerse sezonu 83 puanla tamamlayacaklar. Rekabetin arttigi, sampiyonluk puaninin 2007de 70, 2009da 71’e kadar dustugu bir Super Lig icin olaganustu bir rakam. Insan Trabzonsporun son 15 yilini gorunce ne yapar eder bir noktada intihar edecek birsey yapar diye dusunmeden edemiyor ama ilk kez bu kadar dengeli bir izlenim veriyor bordo mavili camia. Baslarinda o kadar akli basinda bir teknik direktorleri var ki, sanirim bu kez olacak.


Senol Gunesin mac sonu demeclerine cok onem veriyorum. Camianin tansiyonunu cok basarili regule ediyor. Umut Bulut ve Engin Baytar vakalarini krize donusturmeden cozdu. Elinde bolca bulunan yetenekli fakat problemli futbolcu grubunu cok iyi idare ediyor ve maksimum verim aliyor. Teknik direktorluk mesleginin sadece idman yaptirip taktik vermekten ibaret olmadigini, ayni zamanda 24 kisilik bir insan grubunu dogru sekilde yonetmeyi gerektirdigini gosteriyor hepimize. Burak Yilmaz’dan aldigi katki bunun en buyuk kaniti sanirim.


BURSANIN VOLKAN SORUNU
Anadolunun son devrimcisi Bursada teknik direktor Ertugrul Saglam, Volkan Sen krizini cozmede Senol hoca gibi basarili olamazsa irtifa kaybetmeleri durmayacak. Ertugrul hocanin mac sonu roportajlarini ve vucut dilini cok saglikli bulmuyorum birkac haftadir. Umarim devre arasinda guc ve moral depolamanin yaninda takimin psikolojisini de tamir edebilirler. Son 15 macinda yalnizca 3 galibiyet alabilmis yesil beyazlilar. Tribunler ve sehir sampiyonlar liginde basarili olamayan takimlarina sahip cikarak cok iyi bir sinav verdi. Simdi reaksiyon verme sirasi teknik ekip ve futbolcularda. Volkan Sen sorununu nasil cozecekleri bu sezonki akibetlerini belirleyecek diye dusunuyorum. Bazen bir futbolcu uzerinden butun takima mesaj vermeniz gerekebilir. Bunu gecen sezon devre arasinda Fenerbahce Colin Kazimla yapti ve devaminda muthis bir ikinci yari gecirdi. Yasadigi dramatik 34. haftayi bir kenara birakirsaniz ikinci yarinin en basarili ikinci takimiydi sari lacivertliler.


AYKUT HOCANIN KREDISI
Aykut Kocamanla cok dogru bir yolda ilerleyen Fenerbahce camiasi, tabiki de o yola mayin koyanlarla dolu. Medya baskisina dayanmakta pek basarili sayilmaz Aziz Yildirim, ancak bu kez, ilk defa olarak, gogus gererse teknik direktorune, cok basarili yillar bekliyor Kadikoy ekibini. Alisilmis Turkiye sampiyonluklarindan bahsetmiyorum, cok daha buyukleri! Daha onceki takimlarinda oldugu gibi cok pasa dayanan bir futbol anlayisini yerlestirmeye calisiyor Aykut hoca, bu kez daha yetenekli futbolcularla. Ancak bu oyunda zayif halkalar cok daha fazla goze batar baska turlu oyun tarzlarina nazaran. Oralari tamir etmek icin de birkac yil avans verilmeli kendisine. Ozellikle sol kanattaki sorunlarini cozmede acele etmeliler.


FLORYA CEHENNEMI
Galatasaray icin degil bir paragraf, kitap yazmak gerekir bu gunlerde. Ama yeterince tez yazan var bunyelerinde, baskasina ihtiyaclari yok. Sari kirmizili ekibin tek sorunu futbolcu kalitesi degil. Floryadaki sagliksiz yapi degismedigi surece kaliteli futbolculari getirseniz bile ya uc ay sonra kadro disi birakirsiniz, ya da verim alamadan yok pahasina satarsiniz. Adnan Polat cok buyuk isler yapiyor bu kulup icin. Vicdani olan kimsenin buna itiraz edecegine inanmiyorum. Ancak futbol konusunda o kadar cok hata yapti ki, lokomotifi futbol olan bir kulupte kendisini sevenler dahi onu korumakta zorluk cekiyor artik. Devre arasinda kimler transfer edilecek simdilik bilmiyoruz ancak rakiplerini problemli futbolcularindan kurtarma konusunda bu kadar saglam bir ozgecmise sahip olunca insanin aklina ister istemez Colin Kazim ve Volkan Sen geliyor.


KARABUK HAKETTIGI YERDE

Futbol federasyonunda gorevli olsam bir proje onerirdim ust yonetime. Karabuk uzerine bir ornek olay incelemesi olusturalim ve butun Super Lig ve Bank Asya Ligi takimlarinin yonetimlerine tek tek sunum yapalim diye. Super Lige yukselen takimlarin 15 transfer yapip hocalarini degistirmesini cok buyuk haksizlik gormusumdur hep. Basariyi yakalayan teknik ekip ve futbolcu grubunu ust ligde oynamakla odullendirmek yerine kovarak cezalandiran takimlarin tekrar dusmesini isterim hep. Nitekim bu yolu secen Konya ve Buca dusme hattinda. Karabukse kendilerini ust lige cikaran hocalarina o ust ligde basarili olma sansini verdi ve su an lig altincisi. Ideal onbirlerinde Muhammet Ozdin, Birol Hikmet, Hakan Soyler gibi gecen sezondan kalma futbolculari kullaniyorlar. Ve tabi yilin flas oyuncusu Emanuel Emenike’yi. Umarim gecen sezonun devre arasinda Sercanini satmayan Bursa gibi davranir ve oyuncularini kurda kusa yem etmezler.

Saturday, November 20, 2010

Forvetsiz Futbol ve Yalanci Dokuz

4-4-2 ve cesitli turevleri gunumuz futbolunda en cok tercih edilen dizilis. Fark yaratan sey takimlarin kullandigi futbolcu tipleri ve teknik adamlarin futbolculara yukledigi misyonlar. Ornegin Mourinho’nun defansin iki kenarinda Sergio Ramos ve Marcelo gibi one oynayan bekler kullanmasi Real Madrid’in 4-4-2’sini daha ofansif yapiyor. Arkalarinda boyle beklerle oynayan ortasaha kanatlari Di Maria ile Ronaldo da boylece ucuncu bolgede daha cok yer isgal edebiliyor. Oysa bugun izledigimiz Ziya Doganin Konyasindaki bekler Adnan Gungor ve Hakan Aslantas orta cizgiyi neredeyse hic gecmeden oynuyorlar. Bu da Konyanin 4-4-2’sini Real Madrid’inkinden farkli bir 4-4-2 yapiyor. Sonuc olarak, kullandiklari futbolcu tipi (veya futbolcuya verdikleri direktifler) teknik direktorlerin kendi 4-4-2’lerini sekillendirmelerini sagliyor.



Yalanci Dokuz gunumuz futbolunda (az da olsa) kullanilan onemli bir silah. Forvet oynayan, fakat klasik bir forvetten farkli olarak ucuncu bolgeden cok ikinci bolgede ikamet eden, topu burada yuzu donuk alip rakip stoperleriyle hizini almis olarak karsilasan, bu arada takiminin ortasaha oyuncularina ve forvet partnerine bos alan yaratan oyuncu tipine deniyor. Yani kagit uzerinde 9 numara, ancak sahada isgal ettigi yesil alan daha cok ortasaha ile forvet arasinda.

Yalanci dokuzun bir takima getirdigi iki onemli avantaj var. Bunlardan biri rakibin stoperini beraberinde ortasahaya cikardigi icin rakip savunmanin dengesini bozuyor ve orada derin bosluklar olusturuyor. Bu bos alandan faydalanacak Ronaldo, Pedro gibi kanat, ya da Iniesta, Mesut gibi ortasaha oyunculari varsa bol bol golle bulusma firsati yakaliyorlar. Eger rakip stoper yalanci dokuzu ortasahaya kadar takip etmiyorsa bu kez yalanci dokuza topla yuzu donuk dripling yapma sansi veriyor. Ki mevzu bahis yalanci dokuz Arsenaldeki haliyle Henry ya da Etoo ise basiniz dertte demektir. Bu tur forvetle oynamanin bir diger avantaji ortasaha gobeginde ekstra bir oyuncuyla oynamak.




Yalanci dokuzu ilk kullanan takimlar Barcelona, Roma ve Manchester United’di. Ancak Barcelona Eto’oyu Ibrayla, Manu da Tevezi Berbatovla degistirerek bu tarzi terk ettiler. Ferguson ve Guardiola’nin, ozellikle kapali oynayan takimlarin savunmalarini destabilitize etmede cok basarili olan bu sistemi terk etmelerinin kendilerince rasyonel sebepleri vardir elbet. Unutmamak gerek ki Eto’o, Tevez, Messi gibi yalanci dokuz oynayabilecek, Ronaldo, Iniesta, Totti gibi rakip defansindaki anlik bosluklari acimasizca cezalandirabilecek oyuncularin sayisi cok fazla degil.

Ust seviyedeki takimlar hucum hatlarinda geleneksel hedef santrafor kullanmaktan gun gectikce uzaklasiyorlar ve daha mobil oyuncularla rakip savunmalarin dengelerini bozmayi amacliyorlar. Artik forvet oyuncular daha bir ortasaha oyuncusu, ortasaha oyunculariysa daha bir forvet. Arsenalin forveti Van Persie’ye bir bakin! Ya da senede 30+ gol atan ortasaha oyunculari Ronaldo ve Messi’ye. Tam olarak sahanin hangi bolgesinde oynadiklarini soyleyemezsiniz. Gunumuzde hucum hatlari mobil, devamli olarak birbirleriyle yer degistiren uclu ya da dortlu oyuncu gruplarindan olusuyor. Hollanda milli takiminin hucum dortlusu Robben-Van der Vaart-Van Persie-Sneijder’den herhangi birini, macin herhangi bir aninda solda, sagda, stoperlerin arasinda ya da ortasahanin icinde gorebilirsiniz. Bu kaotik hucum yapisi rakip defanslari bir hayli zorlasa da uygulamasi oldukca zor ve riskli bir oyunu gerektiriyor. Basariyla sahneye konuldugunda rakipler icin kabusa donusebilir ancak iyi uygulanamadigi takdirde cok yikici sonuclar dogurabilir. En carpici ornek sanirim Roma’nin 2007’de Manu’ya 7-1 kaybettigi macta yasandi.



Emekliligini acikladiginda Sir Bobby Robson’a bir gazeteci kariyerinde basarmadigi birsey kaldi mi diye sormustu. Sir soruya forvetsiz oynayan bir takim yaratabilmeyi cok isterdim diye yanit vermisti. Modern futbol 4-4-2 dizilisinden 4-6’ya dogru gidiyor, ortasahayla forvetin icice gectigi, beklerin oneminin cok arttigi bir oyun duzenine dogru. Yalanci dokuzlar, yalanci onlar, ve hibrid futbolcularin degeri gun gectikce artiyor.

Wednesday, October 20, 2010

Gule Gule Frank...

Biz, kazanan kotulerin oldugu filmlere inat, iyiler hep kazanir diyen masallara inandik. Saf olmakla suclandik, gene de iyinin, dogrunun pesine gittik. Ote yandan hayat, gercegi, hem de sevdiklerimiz eliyle, tokat gibi carpti yuzumuze her seferinde. Simdi en sevdigimizin evinde gene kotuler kazandi. Iyiyi, guzeli ugurluyoruz simdi, icimiz kan aglayarak. Bugun kotu, hain, ahlaksiz dedigimizi cok degil uc gun sonra ar damarimiz catlayana kadar alkislayacagiz. Kotuyu iyi, haini kahraman yapacak, iyiler hep kazanir masalina inanmaya devam edecegiz…

Monday, October 18, 2010

Florya ve Is Ahlaki Uzerine

Frank Rijkaard hakkinda yazmaktan yoruldum. Dunya futbolu icin ne kadar onemli bir teknik adam oldugunu, Galatasaray icin Jupp Derwall ve Karl-Heinz Feldkamp’dan sonra 3. batililasma hareketinin mimari olabilecegini belirtmekten de yoruldum. Kendisini elestirenler iyi ortasaha tanimi yaparken Xavi-Iniesta ikilisini kullanmaktan cekinmiyorlar. Bilsinler ki bu iki futbolcunun yaraticisi once Allah sonra Frank Rijkaard’dir. Florya yeniceri ocagindaki arkadaslarinin ricasiyla acimasizca yuklendikleri Rijkaard! Taptiklari Messi’yi, zamanin en buyugu Ronaldinho’yu harcamak pahasina, daha 17 yasindayken Messi yapan adamin ta kendisidir bu Hollandali. Ronaldinho’yu, takimi sabote ettigi icin harcamayip da patronlugu futbolculara biraksaydi, bugun ne Messi vardi ne Barcelona efsanesi. Sabotaj demisken, o konuya donecegim..

Rijkaard geride biraktigimiz 1.5 senede basarili olamamistir buna suphe yok. Istenilen futbolu oynatamazken, takimin fizik kondisyonu bu kadar kotuyken bir teknik adami savunmak elbette kolay degil. Hele yonettiginiz futbolcu grubu icinde sizi kovdurmak amacinda olanlar varsa, bu da bir yonetimsel basarisizliktir. Frank Rijkaard, yonetmesi gereken grubu iyi yonetemiyor demektir. Ancak siz, yonetmesi icin bir takim, sirket, ordu, vs. teslim ettiginiz adama, yonetemesin diye her turlu imkansizligi saglarsaniz, sonunda o adami yonetemedigi icin elestirirken de biraz insaf sahibi olmaniz gerekir. Ornegin gonderilsin dedigi futbolcuyu - o futbolcu kameralar onunde teknik direktorunu curetsizce elestirdikten sonra – gondermiyorsaniz; teknik adama futbolcu grubunu yonetmesi icin yardim etsin diye maas verdiginiz adam yeniceri kilikli futbolcularla isbirligi yapip adamin kuyusunu kaziyorsa, o teknik adami elestirirken biraz el insaf!

Galatasarayin bugunku duruma dusmesinin nedeni kimilerine gore 2008de teknik adam kovdurtup sampiyon olan yeniceri futbolcular, kimilerine gore Adnan Sezgin. Belki de her ikisi. Bugun Rijkaard’in takimin basinda kalip kalmamasi saha ici teknik analizlerle karar verilecek bir sey olmamali. Yonetim Floryadaki kimya bozuklugunu gidermek icin cok net bir mesaj vermeli bugunun ve gelecegin Galatasarayli futbolcularina. Yoksa dun Kalli’yi, Skibbe’yi sabote edip kovdurtanlarin gazete koselerinde bugunun yeniceri ocagina destek verdigi gibi, bugun Rijkaard’i sabote edenler de yarin yazdiklari gazete koselerinde Floryanin gelecek teknik adamini, gelecek yeniceri futbolculariyla el birligi icinde sabote edecekler.

Galatasarayli taraftarlarin sorunu bu saatten sonra sahada oynanan kotu futbol olmamali. Ilkeli bir taraftar grubuna yakisan, haksizliga ugrayan kisiyi, basarisiz olsa dahi savunmak, is ahlakindan yoksun futbolculari protesto etmektir. 105 yillik bu kulubun sorunu teknik adam sorunu degil, “ahlaksiz futbolcular sorunu”dur. Cunku dunyanin hicbir mesleginde isinizi bilerek kotu yapmanin ahlaka sigan bir yani yoktur. Sebebi ne olursa olsun!

Monday, September 27, 2010

Modern Futbolda Savunma Bekleri

Galatasaray bu sezonki ilk 9 macinda o kadar kotu performanslar ortaya koydu ki, IBB karsisindaki futbol bile taraftari mutlu etti. Sari kirmizililarin futbolunda fark yaratan sey savunma bekleriydi.

Gectigimiz sezon oynadigi ilk 13 macta 40 gol atip 9 gol yiyen istahli Galatasaray bu sezona hem oyun hem skor olarak cok kotu basladi. Son haftalarda kazanmasina ragmen Galatasarayi izlemek taraftara iskence gelmeye baslamisti. IBB karsilasmasi taraftari az da olsa tatmin eden ilk macti sanirim. Peki Rijkaardin takiminda fark yaratan temel unsur neydi?

Hollandali teknik adamin takimina oynatmaya calistigi ‘modern futbol’u bir ezber olarak kullanmaktan kacinmak adina, ne anlama geldigini onceki yazilarimda anlatmaya calismistim (or:Yeni bir Besiktas). Basarmasi hic kolay olmayan, uygun futbolcu grubuna sahip olmayi gerektiren, Avrupada dahi az sayida takimin basariyla uygulayabildigi bir oyun. Temel gereklilikleri topa hukmetmek, bol pas yapmak, savunmayi onde kurup oyunu kisa mesafede oynamak. En buyuk riski ikinci ve ucuncu bolgede topu kaybedip savunmanizin onde ve dengesiz kaldigi anlarda kontra yemek. Bu riski minimuma indirmek icin pas yuzdesi yuksek oyuncularla oynamaniz gerekiyor. Ancak gene de top kaybini tamamen engellemenin yolu yok. O halde topu kaybettiginiz anda cok hizli bicimde onde alan daraltip geri kazanmaniz gerekiyor. Rakibe bir ya da iki pas sansi tanirsaniz kontratak yiyorsunuz.

Kaybedilen bu toplari geri kazanmak ilk olarak defansif ortasaha oyuncularinin gorevi. Ancak iki (veya uc) oyuncunun 50 metre enindeki bir sahada yardim almadan bunu basarmasi hic kolay degil. Bu konuda 4 (veya 3) hucum oyuncusundan destek alamazlar cunku onlar muhtemelen topun onunde kalmislardir. 2 stoperse ya yerini terkedip o kadar one cikmaz ya da zaten rakip ceza alani icinde gol kovaliyordur. Geriye sag ve sol bekler kaliyor. Onlarin ortasahaya verecegi destek bu anlayista oynamaya calisan takimlarin basarisinda cok belirleyici.


Iste Galatasarayin oyununda fark yaratan sey buydu dun. Serkan Kurtulus ve Insua hem kaptirilan toplara on alanda baski yapti hem de hucum donuslerinde adamlarini sonuna kadar kovaladilar. Serkan tum bunlara ek olarak etkili hucum bindirmeleri yapip ilk iki golde basrol oynadi. Sag bek mevkiinde ciddi kriz yasayan Galatasaraya ilac gibi geldi eski Bursasporlu. 2006 yilinda Besiktasin surpriz sag beki Serdar Kurtulusun kardesi olan Serkan henuz 20 yasinda.

Dun Galatasaray ozellikle 60tan sonra cok geri yaslandi. Ayhan-M.Sarp ikilisi rakibi, stoperlerin 5 metre onunde karsilamaya basladi. Rakibin ceza alaninizin onune kadar elini kolunu sallayarak gelmesine izin verirseniz baski yemeniz kacinilmaz olur. 3-1den sonra Herve Tumun girdigi pozisyon gol olsaydi Ali Sami Yende gerilim artabilirdi. Bu kadar geriye yaslanmada Lorik Cananin oyundan cikmasi etkili oldu mu bilmiyorum. Arnavut oyuncu hala ritmini bulmus degil ama yoklugu degerini anlamada varligindan daha etkiliydi sanirim. Gene de onunla ilgili olumlu yorum yapacak kadar cok sey gormedim henuz. Kendisinin ilerleyen donemde Galatasaraya Fabien Ernst etkisi yapacagini ve tribunlerin adini en cok bagirdigi oyunculardan biri olacagi dusuncemi korumaktayim.

Macin ikinci yarisi Pino ve Aydin icin kendilerini gostermeleri adina buyuk firsatti. Pino yeterince etkili olabilseydi cok daha fazla gol bulabilirdi sari kirmizili ekip. Aydina gelince; hicbir genc oyuncu buyuk bir takimda bu kadar sans bulmamistir ve hicbiri sansini bu kadar kotu kullanmamistir. 22 yasinin sonuna yaklasan Aydin artik yeterince genc degil ve tehlike canlari bangir bangir caliyor. Kendini gelistirmezse 10 yasinda adim attigi Floryadaki son sezonu olabilir.

Saturday, September 11, 2010

Finalin Eşiğinde

Yaz basinda oynanan Dunya Futbol Sampiyonasini Los Angelestan takip ettim ve Amerikalilarin futbola gosterdigi yogun ilgiye cok sasirdim. Yaz sonunda oynanan Dunya Basketbol Sampiyonasinda gene Los Angelestayim, gene sasirdim. Ancak bu kez Amerikalilarin ilgisizliginden!



Basketbol Amerikadaki en populer ikinci spor. Los Angelesin futbol takimi olmadigi icin bu sehrin acik ara en cok sevilen sporu. Hal boyleyken dunyanin en buyuk basketbol organizasyonunu yeterince takip etmemeleri ilk bakista garip geliyor. Sorunun cevabi NBA sampiyonunu nasil cagirdiklarinda yatiyor. Amerikalilar ulusal ligleri NBA’de sampiyon olan takimi o yilin dunya sampiyonu diye cagiriyorlar. Amerika disindaki basketbolu gormezden gelmeleri bunun altinda yatan ana etken. Avrupa ve Guney Amerika basketbollari NBA seviyesinde degilse de kucumsenemeyecek kadar ileri seviyelere geldi. Bunun en buyuk gostergesi NBA’de oynayan Ispanyol, Fransiz, Turk, Arjantinli, Brezilyali oyuncularin sayisindaki hizli artis.

ABD kendi disindaki basketbolu gormezden gelmenin faturasini 2002-2006 arasindaki 3 turnuvada bir kez altinci, iki kez ucuncu olarak odedi. Bu turnuvalarda Yunanistan, Sirbistan, Arjantin ve Ispanyaya karsi kaybettiler. Sonunda hirs yapip 2008’e Kobe, LeBron James, Wade, Howard, Carmelo ve digerlerinden olusan All-Star seviyesinde bir milli takimla gittiler ve Pekin’den altin madalyayla donduler.

2010’a bu basarinin avansiyla gene B takimiyla geldiler. Olasi finalde kazanirsak 2012 Londraya gene ‘Ruya Takim’ getirecekler. Aksi takdirde ancak Iguodala’yi, Tyson Chandler’i izleyecegiz. Istanbulu sereflendiren Derrick Rose, Kevin Durant dahi muhtemelen tenezzul etmeyecek Londraya gitmeye. Hepimizin gonlunde Pazar gunu ABD ile finalde karsilasmak var. Dunyanin en buyugunu yenip dunya sampiyonu olmak bir yana, Turkun Amerikaliya karsi tarihte ikinci kez herhangi birseyde ustunluk kuracagi dusuncesi hepimizi heyecanlandiriyor(ilk ustunlugumuz futbolda, 2003 Konfederasyon kupasindaydi).

Sampiyon olmaya 2001 EuroBasket’ten sonra ilk kez bu kadar cok yaklasiyoruz. Hem de bu kez Avrupa degil, dunya sampiyonlugu. Itiraf edelim ki 2001’de ev sahibi olmamiz nedeniyle hakem ittirmesi bonusundan yararlanmistik. Boylesine uyumlu bir takim degildik ve sutorlerin eline bakiyorduk. Simdi ilk kez dunyanin en iyi ‘takim’ina sahibiz diyebiliyoruz. Oyuncu kalitemiz Ispanya ya da ABD kadar ust duzey degil ama ünlü alan savunmamiz hakkinda rakibimiz olmayan Yeni Zelandanin koçu dahi televizyona çıkıp demeç veriyor. Turk milli takimi turnuvanin ABD ile birlikte en iyi rotasyona sahip takimi. Savunmada ve hucumda etkileyici performans sergiliyoruz. Turnuvanin en az yiyen takimiyiz. Top calma, mac basina asist, ve sut yuzdesinde turnuva ikincisiyiz. Hepsinin uzerine bir de seyirci avantajimiz var. Gene de ABD’yi yenmek icin fazlasina ihtiyacimiz var. Pazar gunu oyunu bizim istedigimiz tempoda oynatmali, Kevin Duranti minimumda tutmali, faul problemine girmemeli, mumkunse birkac Amerikaliyi sokmali ve 13 gundur yaptigimiz herseyi gene yapmaliyiz. Uzerine bir de sans bizden yana olursa Amerikalilari evlerine gumusle gonderebiliriz. Kolay degil ancak imkansiz hic degil. Bu turnuva, kazanamasak dahi, Turk basketbolunun Yunanistan, Sirbistan, Ispanya, Litvanya gibi basketbol ulkelerinin klasmanina yukseldigi, sayginligini ve ozguvenini artirdigi bir turnuva oluyor. 2010 sezonuyla beraber NBA’de 5’leyen Turk basketbolculari icin gelecek daha da parlak gorunuyor. Son bir soz Bogdan Tanjevic icin tum ulke adina gelsin: seni anlamadigimiz icin ozur diler, yaptiklarin icin sozsuz tesekkur ederiz…

Saturday, August 21, 2010

Yeni bir Beşiktaş

Dolmabahçedeki manzara 12 ay önceki Mecidiyeköy manzarasına çok benziyor. Beşiktaş aynı geçen sezonun Galatasarayı gibi dünya çapında bir hoca getirmiş, Quaresma-Guti ikilisini almış (bkz.Keita-Elano) ve sezona taraftarını heyecanlandıran, rakip taraftarları kıskandıran, hatta kendi yönetimlerinin transferlerini eleştirmelerine neden olan bir havada girmişler. Hocaları Schuster aynı Hollandalı Rijkaard gibi savunmayı önde kurup oyunu dar alanda oynayan, bekleri ileri çıkartan, bol pasa dayalı bir sistem oturtmaya çalışıyor. Bunlar modern futbolun gerektirdikleri ancak uygulaması konuşulduğu kadar kolay olmuyor.
  1. Savunmayı önde kurmak risklidir. Rakip uzun toplarla arkanıza sarkar - ki bugün İBB çok kez başardı bunu ve ikisinde golleri buldu. Savunmayı daha geride kurup riski azaltayım derseniz bu kez hücumla savunma arasındaki mesafe artar, o zaman da 60. dakikada takımın pili biter. Yani modern futbolu oynamak sanıldığı kadar kolay değildir. Önde basalım, oyunu dar alanda oynayalım dedikleri şey öylece karar verilip bir anda uygulanabilen türden birşey değil. Olgunlaşması ciddi zaman alan bir oyun anlayışı bu. Yok ben hızlı çözüm istiyorum derseniz daha konservatif bir teknik direktör getirip sağlamcı futbol oynarsınız. Savunmayı kalenize yakın kurup az pozisyon bulursunuz ama fark yaratan 2-3 yıldızınızla ya da duran toplarla öyle veya böyle maçları kazanır, şampiyon olursunuz. Mustafa Denizli ve Daumun yaptıkları tam olarak buydu. Taraftarınızı böyle oyunlarla ve başarılarla tatmin edebilir misiniz? Hayır! Çünkü taraftar 5-6 yıl öncesinden farklı olarak artık modern futbolun en başarılı örneklerini izleyebiliyor televizyonda. İzlemekle de kalmayıp aynısını istiyor. Bu da yönetimleri ona uygun teknik adamlar bulmaya zorluyor. Ancak o teknik adamı bulup getirmek de yetmez. Anlayışını da getirmesine izin vermek ama en önemlisi sabretmek gerek. Üzerine basarak söylüyorum: bu oyun olgunlaşmak, yani zaman ister.
  2. Savunmayı önde kurup oyunu dar alanda oynamak ve de kontra yememek istiyorsanız topu kaybettiğiniz anda 3. bölgede alan daraltıp pres yapmalısınız. Bunda saniyelik bir gecikme topu ön alanınızda yakalayamamanıza ve rakibe savunmanızın arasına ya da arkasına top atma imkanı verir. O andan itibaren Ferrari bu sistemin stoperi değil, Servet çok ağır demek lafügüzaftan başka bir şey olmaz. 2007deki Macaristan-İtalya maçında Cannavaronun ne hallere düştüğünü hatırlarsanız bizim stoperlere karşı daha insaflı olacaksınız. Burada mesele stoperin kalitesi değil. Bazen oyun sistemi ya da takım savunmanızdır stoperlerinizi vezir de eden rezil de.
  3. Bu oyunda topun sahibi olmalı, bol pas yapmalınız. Fazla sayıda ofansif futbolcuyla oynadığınız için maçın çoğunu ofansta yani top ayağınızda geçirmelisiniz. Ancak pas trafiğinde başarı sağlayamayıp topu çok kaptırırsanız geri kazanmak için çok pres yaparsınız. Bu hem defansif oyuncularınızın yorulmasına neden olur hem de ofansif oyuncularınızın oyundan düşmesine. Yani kadronuzdaki pas trafiğinizi bozan her oyuncu takıma fazladan yük bindirir. Rijkaardın daha çok kaliteli futbolcuya ihtiyacım var demesinin altında bu yatıyordu. Siz sahaya 9 tane pas yüzdesi yüksek oyuncuyla ofans-defans harmonisi kurarak çıksanız da 2 tane pas hatası yüksek futbolcunuz varsa herşey altüst olur.
Bir teknik direktör olarak bu tarz oyunu oynamayı seçiyorsanız sonunda ya becerirsiniz ve çok başarılı bir takımınız olur ya da beceremez enkaz bir takım yaratırsınız. Bu oyunun arası yoktur. Bugün Beşiktaşın başına gelen, olgunlaşma dönemindeki normal bir kaza. Bu oyunda özellikle ortasahası kalabalık ve hücuma hızlı çıkabilen rakipler tarafından zorlanırsınız. Geçtiğimiz sezon Eskişehir ve birçoğunun Galatasaraya yaptığını bu sezon Beşiktaş da yaşayacaktır. Önemli olan Schusterin ekibinin üzerine koyarak ilerlemesidir. İBB iki sezondur oynadığı oyunu istikrarlı biçimde devam ettiriyor. Bu sezon da birçok deplasman galibiyeti alıp evinde maç kaybedeceklerdir. Ligi gene ilk 8 içinde bitireceklerine şüphem yok. Sahaya 2 yabancıyla çıktıklarına da ayrıca dikkat çekmek isterim.

YABANCI SINIRLAMASI
Yabancı konusu açılmışken, Beşiktaş 6 yabancı sınırlamasının sıkıntısını hissedecek gibi görünüyor. Guti-Delgado-Tabata rotasyonu, ya da Holosko-Hilbert rotasyonu zenginlik ve rekabet katar ancak stoperlerinizi rotasyona sokmak bana iyi bir fikir gibi gelmiyor. Bugün Alman teknik adam Ferrarinin yanında Adem Gülümü oynattı. Zapo oynasaydı farklı olurdu demiyorum ancak bence takımın omurgasını oluşturan 2 stoper ve önlerindeki defansif ortasaha mecbur kalmadıkça bozulmamalı.





Beşiktaşın bu sezon en büyük şansı Bernd Schusterdir. Umarım Galatasaray yönetiminin ve Adnan Sezginin Rijkaarda yaşattıklarını yaşamaz ve Avrupalı bir takım yaratmayı başarır. Alman hocayı 2007de Real Madridin başına geçiren şey Getafeyle yaşadığı başarılı sezondan çok Barcelonaya karşı aldığı 4-0'lık galibiyetti. Capellodan devraldığı defansif sevimsiz takımı ofansif yapmakla kalmadı 85 puanla şampiyonluğa uzandı. Hem de Rijkaardın efsane Barcelonasını iki maçta da yenerek (biri 4-1 olmak üzere). Ertesi sezon Real Madridin alışıldık maymun iştahlılığının kurbanı oldu ve iki sene sonra rakibi Rijkaardla bir başka Akdeniz ülkesinde buluştu.





Yazımın başında Beşiktaşı geçtiğimiz sezonun Galatasarayına benzetmem kimseyi yanıltmasın. Galatasaraydaki çöküşün nedenleri Baros-Kewell ikilisinin çok uzun sakatlığı, Nondanın gönderilmesi ve benzeri yönetim hatalarıdır. Beşiktaşın bunları yaşamayacağını ümit ediyorum. Gene de herkes sezon içindeki düşüşlere ve bugünkü gibi yol kazalarına hazırlıklı olmalıdır. Önemli olan baş konulan bu "yeni" yoldan dönmemektir.

Saturday, August 14, 2010

Adnan biraderler için gelsin: Galatasarayda transfer bitmez!

İstanbuldaki OFK maçinda olduğu gibi, Galatasaray 55. dakikaya kadar oyunu kontrol etti. Gerçek bir forvetleri yoktu belki, sağ kanat işlemiyordu, ortasaha beklenen kaliteye ulaşmamıştı henüz ama gene de maçı kazanmaya yetecek futbolu ortaya koyuyorlardı. 55. dakika itibariyle aynı OFK maçında olduğu gibi ortasaha çöktü. Sarı-kırmızılı takım gene defans ve ofans olmak üzere ikiye bölünüp 2. bölgeyi tamamen boşalttı. Tüm bunlar yeni değil esasında. Galatasaray geçen sezonu nasıl bitirdiyse bu sezona da öyle başladı. Mesut Bakkal da bunu tahmin ederek kurmuş oyun planını. Boşalan Galatasaray ortasahasını hızlı geçip bol bol şut attılar. Cihanınki gol olmasaydı Ceyhununki olurdu, ya da Mehmet Yıldızınki.


Sarı-kırmızılı ekipte geçen sezondan farklı olarak M.Topalın yerinde Lorik Cana var, Keitanın yeri boş. Baros olmadığında takımı izlemek hala acı veriyor. Yönetimin transfer politikasında mantık aramak anlamsız. Bir önceki sezon çok fazla yıldız aldık hata ettik diyerek bu sezon 180 derece zıt yöne gidiyorlar. Birilerinin Adnan biraderlere hayatta denge diye birşeyin varlığını hatırlatması gerek. Ya da hatalardan ders almanın önceki yapılanı tamamen değiştirmek olmadığını. Elinizde Elano gibi önemli bir oyuncu var, uyum döneminin ceremesini atlatmışsınız. Tam en verimli olacağı sene adamı satmak için kapı kapı dolaşıyorsunuz. Yerine 10 numara etiketli birini getirip en az bir sene de onun uyum sağlamasını beklemek için. Hem de Elano denen adamı teknik ekibiniz tutmak isterken. Hem de Keitayı göndererek boşalttığınız sağ kanatta Elanonun neler yapabildiğine dünya kupasında şahit olmuşken.

Maçın en büyük hayal kırıklığı Ali Turandı. Anlaşılan Capone’den bu yana çözülemeyen sağbek problemi hala ortada. Sağ önde oynayan Emre Çolak hala mahallenin abileriyle oynayan küçük yetenek acemiliğinde. Bu kredisini 2009-10 sezonunda bitimişti halbuki. Takımın en büyük ihtiyacı artık Mehmet Helvacının bile farkında olduğu gibi ortasahaya iki yönlü bir futbolcu. Bu 3 ay önce de böyleydi, hala böyle. Arada geçen zaman diliminde yönetimin hesabı neydi en ufak fikrim yok. Bu pozisyonda oynayacak olan adam sahadaki merkez oyuncu olacak. Takımdaki tüm futbolcularla temas halinde olan tek oyuncu. Yani sezon öncesi hazırlık kampında en olması gereken adamdan bahsediyoruz. Bu kadar geç kalınması Rijkaard gibi sebatkâr bir adamın dahi psikolojisini bozmuşki neredeyse rakip takımın antrenörüne saldıracaktı. M.Sarpın Rijkaardın ortasaha denkleminde yeri var, ancak Ayhan artık bu takım için en fazla iyi bir abi ve yedek olabilir. Benim gönlümde bu pozisyon için başından beri Kim Kallström yatıyor. Umarım Adnan Sezgin yine müzmin bir sakat bulup, sonra sezon içinde sakatlıklardan dert yanmaz.



Son olarak maçtan kısa kısa notlar:
  • 43teki Sivas golünden önceki faul kararını tartışmak anlamsız, büyük takım olarak duran toptan bu kadar çok gol yemeyeceksiniz. Hakemler ve rakip tekmelerden dolayı oluşan haksızlığa uğramışlık hissiyatı geçen sezon hem psikolojisini hem motivasyonunu bozmuştu Galatasaraylı futbolcuların. Anlaşılan bu mağdur edebiyatını hala aşamamışlar. Ardanın kaptanlığında aşacak gibi de görünmüyorlar. Zira kaptan dediğin gerilim yükselince takımın tansiyonunu düşürür. Arda her türlü kavgaya en önde koşan adam!
  • Sizce de Lig TV spikerleri yorumculuğa soyununca çok antipatik olmadılar mı?
  • 27de Arda sakatlanınca sağlık ekibi ok gibi fırladı yerinden. Florya müzmin sakat rehabilitasyon merkezinin yeni transferleri çok formda gözüktü bana.
  • Ceyhun Eriş hakkında her türlü detayı veren Lig TV sabah şekerleri onun Galatasaray altyapısında yetiştiğini bilmiyorlar sanırım. Ben ufacık tefecikken Ali Sami Yendeki maçlara 5-6 saat önceden giderdik. O zamanlar maçtan önce PAF takımları oynardı. Ceyhun 15-16 yaşındaydı ve geleceğin yıldızı gözüyle izlerdik onu. Bugün Ceyhun 33 yaşında. Arada geçen zamanda biz Sedatın, Cafercanın, Uğurun, Ferhatın, Aydının kayboluşlarını, ya da hiç ortaya çıkamayışlarını izledik. Aynı Ceyhunda olduğu gibi.
  • Görünen bu olumsuz resme rağmen Galatasaray için hala umut var. Elano, Baros ve yeni ortasaha transferiyle bambaşka bir takım izleriz. Gene de sağbek sorunu ve ‘kaptan Ardayla yüksek gerilim’ endişe verici.

Saturday, June 26, 2010

Mesut ya da Oezil

Avrupa ülkelerinin, özellikle Almanyanın yatırım yapıp yetiştirdiği Türk yıldızlarına ay yıldızlı forma giydirmek bir nevi haksız kazanç. Ancak futbol bir oyun ve bu oyunu kazanmak için ülke federasyonları tüm kozlarını kullanıyorlar. TFF bir dönem gurbetçi futbolcuları çok başarılı taradı ve milli takıma kazandırdı. 2000li yıllardaki başarımızda bu oyuncuların büyük katkısı oldu. Bu durum Fatih Terimin 2008 Avrupa Şampiyonasına Yıldıray, Halil gibi isimleri çağırmamasına kadar devam etti. Almanya Türkü futbolcularda kendilerine çifte standart uygulandığına dair bir hissiyat oluştu. Sonrasında sivrilen çoğu gurbetçi futbolcu Türk Milli Takımını tercih etmedi. Mesut Özil de bunlardan biri.


Werder Bremen onu henüz 19 yaşında tam 4.5 milyon euro ödeyerek transfer etti. Aynı mevkide oynattıkları Diegoyu ellerinde uzun süre tutamayacaklarını öngörerek. Özil (Oezil), Diegodan sonra beklentileri fazlasıyla karşılıyor. 31 maçta 9 gol attı ve takımını Şampiyonlar Ligine taşıdı. Dünya Kupasının şu ana kadar ilgi çeken oyuncuları arasında. Sakatlanan Michael Ballackın yerini mükemmel şekilde dolduruyor. Horst Hrubesch onun için Almanyanın Messisi diyor.

22 yaşındaki bu genç adamın adı Manchester United ile anılıyor son zamanlarda. 36 yaşındaki Old Trafford demirbaşı Paul Scholesa bir veliaht arayan Alex Ferguson gözünü Mesut Özile dikmiş. Eğer transfer gerçekleşirse Özil birkaç yıl içinde mevkisinin en büyük yıldızları arasına girecek. Biz de kendisini Almanya formasıyla izlerken bir yanımızla Fatih Terime kızacağız, onu kaçırdığı için, bir yanımızla da ait olduğu yerde oynuyor diyeceğiz. Tıpkı Fransa için oynayan Cezayirli Zidane gibi.

Friday, May 28, 2010

UEFA Avrupa Futboluna Fransiz

Fotografta ilk bakista bir anormallik yok. UEFA Baskani 2016 Avrupa Sampiyonasi ev sahibini acikliyor. Elindeki kartta Fransa yaziyor. Platininin de Fransiz olmasinda ne var demeden once fotografi daha iyi okumaya calisalim.



Avrupa Futbol Sampiyonasi 2012’yle beraber 14 kez duzenlenmis olacak. 2016 oylamasina 3 adaydan Fransa ve Italya, turnuvayi daha once ikiser kez duzenlemis olma unvaniyla geldiler. Ustelik her iki ulkenin de ikiser Dunya Kupasi duzenlemisligi var. Ucuncu aday Turkiyeyse henuz herhangi bir futbol sampiyonasina ev sahipligi yapmamisti. Sonuc olarak diger iki adaydan cok daha fazla istiyordu UEFA 2016yi.

Bunlari magdur edebiyati yapma amaciyla soylemiyorum. Ancak ortada 70 milyon nufuslu futbol asigi bir ulke var. Bugune kadar degisik spor dallarinda duzenledigi uluslararasi organizasyonlarla rustunu ispat etmis. Ustelik bu ulke Avrupanin en buyuk 6. (yaziyla altinci) futbol ekonomisine sahip. Daha once yeterince hazir olmadigi gerekcesiyle iki kez reddedilmis UEFA tarafindan. Bu kez mukemmele yakin bir hazirlik yapmis ve turnuvayi sonuna kadar hakediyor. 2008 ve 2012 sampiyonalarinin ev sahipleri Avusturya, Isvicre, Polonya ve Ukrayna’ya kiyasla cok daha yuksek bir futbol potansiyeline sahip. Tum bu veriler sonucunda siz turnuvayi hala Turkiyeye degil de 4 turnuva duzenlemis Fransaya veriyorsaniz, hem de her ulkeye esit mesafede durdugunu iddia eden Fransiz baskaniniz kulis ustune kulis yapiyorsa, ulkesinin cumhurbaskanini tek tek tum uyelerle tanistiriyorsa, ben burada siyasi nedenler ararim. Senes Erzik kulis yapiyor da Platinin yapmasi neden anormal oluyor diyebilirsiniz. Ev sahipligi icin Turkiye ve Norvec yarisiyor olsaydi bu soyleme katilabilirdim. Ancak bir yanda 14 turnuvanin 2sini duzenlemis Fransa, diger yanda hic turnuva almamis Turkiye var. Sartlar bastan esit degil. UEFAnin daha adaletli davranmasi gerekiyordu. Hem de FIFAnin Afrikaya sampiyona verdigi bir donemde.

Buyuk resme sadece ve sadece futbol acisindan baktigimizda, Turkiye Avusturya, Isvicre, Polonya ve Ukrayna dortlusunu her anlamda ezip geciyor. Yok siz Avrupa Birligi politikalarini futbolun icine sokuyorsaniz bilemem. Ancak bildigim birsey var ki Platini bu isten cok zararli cikacak. Turkiye Futbol Federasyonunu ve emegi gecen herkesi, herseye ragmen kutluyorum. Umarim baslatilan projeler sampiyonayi kazanmisiz gibi devam eder.

Monday, May 24, 2010

Bu bir Fenerbahçe yazısıdır

Geçtiğimiz sene sık sık vurguladım Bursanın en komple takım olduğunu, dolayısıyla şampiyonluğu çok hakettiğini. Öte yandan yeşil beyazlı takımın pili de halefleri gibi erken bitseydi, ya da Volkan Demirel o golü yemeseydi, ya da Guiza o pozisyonlardan birini daha gol yapsaydı, bugün gazeteler Fenerbahçenin yeniden dirilişini, son 9 haftadaki inanılmaz geri dönüşünü yazacaktı. Ancak şimdilerde bol bol ‘Daum İstifa’ adlı şarkıyla nostalji yapıyoruz. Ben konunun sadece futbolla ilgili kısmını analiz etmeye çalışıp gerisini mümtaz Türk basınına bırakacağım.




Fenerbahçe ligin ilk ve son 10 haftasında 17 galibiyet 2 beraberlikle tam 53 puan toplamış. Akıl almaz bir performans! Öte yandan arada oynanan 12 maçın 8inde taraftarını mutsuz etmiş. Rıdvan Dilmen sorunun bu dönemde olduğunu sık sık vurguluyor. Sporcuların ve spor takımlarının performansları yıl içinde bu tarz çıkış ve inişler gösterir. Bu bilimsel bir gerçekliktir. Kimi takımlar lige çok hızlı girer ve sonra sert bir inişe geçerler (örnek:Ersun Yanalın takımları). Kimiyse haftalar ilerledikçe form tutar (örnek:son iki sezonun Beşiktaşı).

Teknik ekiplerin yapması gereken şey bu dönemleri iyi yönetmek ve iniş süreçlerini yumuşatmaktır. Daumun oynattığı futbolu beğenirsiniz beğenmezsiniz, ancak şampiyonluğa giden yolu onun kadar iyi bilen hoca az vardır. Sezon ortasındaki düşüş Alman hocanın sezon başındaki planlamasında elbette ki vardı. Ancak bu düşüş döneminde bu kadar puan kaybını o da hesaplamamıştır. Bu konuda Daumun özeleştiri yapması gerekiyor. Herşeye rağmen Fenerbahçenin topladığı 74 puan fena bir rakam değil. Bir önceki sezon Beşiktaşın 71 puanla şampiyon olduğunu unutmayalım.

Geçtiğimiz sezon sarı-lacivertli ekip oynadığı final maçlarının çoğunu kazandı. Ligin tepesindeki takımlara karşı ciddi bir üstünlük kurdu. Bursa, Beşiktaş ve Trabzonu birer kez, Galatasarayı iki kez mağlup etti. Zorluk derecesi yüksek maçların çoğunu kazanarak şampiyonluğu Bursadan sonra en çok hakeden takım oldu tartışmasız. Son haftalarda oynadıkları bol pasa dayalı oyun da takdir edilecek bir diğer yönleriydi. Ancak unutmamak gerek ki futbolda rakipler de var. Sizin başarınızı veya başarısızlığınızı belirleyen faktörlerden biri de onların başarı ya da başarısızlığı. 2006daki gibi 81 puanla şampiyonluğu kaçırabilir ya da 2007deki gibi 70 puanla ligi zirvede bitirebilirsiniz.

Yönetimler için önemli olan tabelayı saplantı haline getirmeden uzun vadeli düşünebilmektir. Aziz Yıldırım bugün Daumun başını isteyen medyayı dinlerse, daha önce defalarca yaptığı hatayı tekrarlamış olacak. Herşeyden önce bir futbolcu grubunu her başarısızlıkta faturayı teknik adama kesmeye alıştırmamalısınız. Aksi takdirde o futbolcu grubunun başına dünyanın en büyük hocasını getirseniz de o futbolcular bilirler ki başarısızlığın bedelini kendileri ödemeyecek sezon sonunda. Yönetimler teknik direktörlerine, takım üzerinde gerekli otoriteyi kurmaları konusunda yardımcı olmalıdırlar. Bunu elbette sezon sonunda onları günah keçisi ilan ederek başaramazlar. Fenerbahçe yönetiminin Daumun arkasında durup onu güçlendirmesi ve futbolculara bu mesajı vermesi gerek. Yoksa tekrar en başa dönecekler, Zicodan sonra oldugu gibi.




Esasında sezon başında Fenerbahçe iyi transfer yapamamıştı. Christian, Bilica gibi ortalama yabancıları kadrosuna dahil etmişti. Uzun yıllardır ilk kez transferde bu denli sönük kalmışlardı. Ancak özellikle Emre Belözoğlu o kadar ekstra performans gösterdi ki, inatla yukarıya tutundular. Emre dışında Volkan, Lugano, Selçuk ve Alex de önemli katkı yaptılar. Ayrıca devre arasında Kazımı göndermek önemli bir mesajdı futbolcu grubuna. Bu konuda tebrik etmek gerek yönetimi.

Şampiyonluğa oynayan takımların forvetleri sezon boyunca ortalama 8-10 puan kazandırırlar takımlarına. Daniel Guizanın bu sene sarı-lacivertli ekibe kazandırdığı tek maç Gaziantepe karşı Şükrü Saraçoğlunda oynanan karşılaşma. Fenerbahçe sezonu Semihle oynamış olsaydı bugün 80+ puanla şampiyonluğunu kutluyor olabilirdi. Tahmin ediyorum Guizayı oynatmak konusunda Dauma baskı yönetimden geldi. Daumun bu konudaki rahatlığı ve özgüveninin nedeni bu olsa gerek.



Thursday, May 20, 2010

En büyük kim?

En büyük olmak için kriter nedir? Taraftar sayısı mı, maddi büyüklük mü, yoksa kazanılan kupa sayısı mı? İşin bu kısmı tartışıladursun, kazanılan kupaların tablosu şöyle:

Friday, May 7, 2010

Devre arası transferinin karşı konulmaz cazibesi

Mükemmel iyinin düşmanıdır derler. Ama siz mükemmeli yakalayım derken elinizdeki iyiyi ziyan ederseniz Dimyata pirince giderken bulgurdan oldu da derler. Galatasarayın, özellikle ligin ikinci yarısında yaşattığı hayal kırıklığının ön plana çıkan iki sebebi var. Birincisi takımın neredeyse en önemli iki futbolcusu Baros ve Kewellin uzun sakatlıkları. Sarı kırmızılı ekibin ciddi bi puan kaybı var bu iki talihsizlikten. Ancak adı üstünde talihsizlik. Önüne geçilemez bir durum.



Ancak ikinci sebebin şansla talihle açıklanır yanı yok. Tamamiyle yönetim hatası! Elinizde önemli bir forvet var; Shabani Nonda. 11e koyuyorsunuz gol atıyor, sonradan sokuyorsunuz hat-trick yapıyor. Üstelik yedek kaldığı için de fazla sorun çıkarmıyor. Bu sezon yeşil çimeni ezdiği 1400 dakikaya tam 16 gol sığdırmış, yani 85 dakikada 1 gol! Bu rakamı ne ligin flaş forveti Makukula yakalayabilmiş ne de herhangi bir başkası. Tüm bunlara rağmen siz bu adamı devre arasında gönderiyorsunuz. Hem de 4 ayda ne kadar katkı sağlayacağı belli olmayan Jo’yu getirmek uğruna. Dahası, Avrupa’daki en önemli maça forvetsiz çıkacağınızı bile bile. Bu kadarını komplo teorisi diye yazsanız yok daha neler derler.

Galatasaray yönetimi geçen sezon devre arasında yaptığı Meira hatasının bedelini Hamburg’a elenerek ödemişti. Bu hatadan ders alınmıştır dedik ama bu kez hatanın katmerlisini yaptılar. İnanabiliyor musun Haşmet!

Saturday, May 1, 2010

Hayal kırıklığı analizi

Şampiyonluk mücadelesi veriyorsanız ligin tepesindeki takımlarla oynadığınız maçlar diğerlerinden daha önemlidir. Çünkü bu takımlar da sizin gibi şampiyonluk, en azından ligi ilk 5te bitirip Avrupa kupalarına katılma mücadelesi verdikleri için, onlarla oynayacağınız maçlar popüler tabirle 6 puan değerindedir. Öte yandan bu takımlar diğerlerine göre daha kuvvetli oldukları için onlara karşı aldığınız sonuçlar sizin gücünüz için de önemli bir indikatördür.

Galatasaray ligin üst kısmında bulunan 6 takımla oynadığı 11 maçta 10 puan alabilmiş; maç başına puan ortalaması yalnızca 0.91. Koskoca 11 tane 6 puanlık maçta yalnızca 2 galibiyet! Oysa şampiyonluktaki rakiplerinden Fenerbahçe yukarıdaki altılıyla oynadığı 10 maçta 6 galibiyet alarak maç başına 1.80 puan ortalaması tutturmuş. Diğer şampiyonluk adayı Bursasporsa 11 maçta 5 galibiyet, 3 beraberlik alarak bu 6 takımdan 18 puan toplamayı başarmış.

Rijkaard önümüzdeki sezonun planlamasını yaparken, hayal kırıklığıyla bitecek olan bu sezonu çok iyi analiz etmeli. Güçsüz takımlara karşı oynanan 18 maçta 45 puan alınarak maç başına 2.50 puan ortalaması tutturulmuş. Bu rakam şampiyonluk için fazlasıyla yeterli. Ancak ne zaman direnci yüksek, özellikle ortasahası kuvvetli bir takımla oynansa sonuç hayal kırıklığı olmuş. Galatasaray kendinden düşük siklette önüne geleni parçalayan, ancak kendi sikletinde dayak yiyen bir boksör gibi.

Sezon başından bu yana söylediğim gibi; Rijkaardın takımına oynatmaya çalıştığı futbol öyle pek kolay hazmedilip içselleştirilecek türden değil. Olgunlaşması zaman alıyor. Ancak başarıldığında bir takımı çok ileriye götürebilecek bir oyun anlayışı bu. Şu anda Avrupada bu oyunu başarıyla oynayabilen çok az takım var. Topa sahip olmaya ve bol pasa dayalı bu sistemde tüm oyuncularınızın teknik kapasitesi belli bir ortalamanın üzerinde olmalı. Aksi takdirde siz ne yaparsanız yapın Servetten, Emre Güngörden bir Marquez yaratamıyorsunuz ve bu oyuncuların yaptığı basit pas hataları sayısız puan kaybına neden oluyor. Sonuçta da 2 stoper mevkiinde oynatmak üzere 4 milli takım oyuncusuyla (Servet, Gökhan Zan, Emre Aşık Emre Güngör) başladığınız sezonu o bölgede, Lucas Neill ve sol bek Hakan Balta ile bitiriyorsunuz.

4-3-3 dizilişinde en önemli bölge orta 3lü. Burada oynatacağınız oyuncular oyunun hem defansif hem ofansif kısmını iyi oynayabilmeli. Böylesine çift yönlü futbolcu Avrupada dahi az bulunuyor. O yüzdendir ki bu türün temsilcileri Gerard, Xavi, Cambiasso gibi adamlar artık çok para kazanıyor. Linderoth bu anlamda en isabetli transferiydi Galatasarayın ancak onun hikayesi de apayrı bir tez konusu.

Mevcut kadroda Rijkaardın istediği orta 3lüye en uygun oyuncular, ideal olmamakla birlikte, Elano ve Mustafa Sarp. Birinin savunmasını diğerinin de pas yüzdesini hızla geliştirmesi şart. Hollandalının bu bölgeye bir veya iki transfer isteyeceği aşikar. Bu durumda hücumcu yıldız yabancılardan fedakarlık yapılacak. Zaten ileri 3lü için 5i yabancı 6 üst düzey futbolcu (Kewell, Arda, Baros, Jo, Keita, Dos Santos) fazla lüks. Bu gruptan en az 2 futbolcu feda edilecek.

Rijkaard ve Neeskens sezon boyunca hücum-savunma dengesini sağlamaya çalıştı durdu. Ancak yönetimin gerek sezon öncesi gerekse devre arası transfer politikası bu amaca hizmet etmedi. 2010 yazında teknik ekibin akorduna uyum sağlamayı başarırlarsa Rijkaardın “meydan okuma”sına önemli katkı sağlarlar. Yoksa Ağustosun transfer şampiyonu, Mayısın hayal kırıklığı olmaya devam edecekler.

Monday, April 26, 2010

En "değerli" 10 takım

Forbes en değerli futbol kulüplerini açıkladı. Gönüllerin değerlisi Barcelona listenin 4. sırasında yer bulabildi kendine. Futbolun doğduğu toprakları temsilen Manchester United listenin başında. Değeri nerdeyse 2 milyar dolar! İlk 10'da İngilizler 4, İtalyanlar 3, İspanyollar 2, ve Almanlar 1 takımla temsil ediliyorlar.

  1. Manchester United - 1,83 Milyar Dolar
  2. Real Madrid - 1,32 Milyar Dolar
  3. Arsenal - 1,18 Milyar Dolar
  4. Barcelona - 1,00 Milyar Dolar
  5. Bayern Münih - 990 Milyon Dolar
  6. Liverpool - 822 Milyon Dolar
  7. AC Milan - 800 Milyon Dolar
  8. Juventus - 656 Milyon Dolar
  9. Chelsea - 646 Milyon Dolar
  10. Inter - 413 Milyon Dolar

Alt düzey altyapı hocaları

Arda Turan sadece yeteneklerinden dolayı özel değil benim için. Bir futbolcudan beklenmeyecek kadar aklı başında şeyler söylüyor bu genç adam. Türkiyede futbolu yönetenler alsın Ardanın Tamsaha dergisine verdiği ropörtajı okusunlar. Kimsenin bugüne kadar yapamadığı kadar isabetli bir analiz yapmış futbolcularımız üzerine. Örneğin Caner diyor, müthiş yetenekli ama futbolun temel kurallarını bilmiyor daha. Ayhan Akman diyor, futbol nasıl oynanır Lucescudan öğrenmiş 25 yaşından sonra. 70 milyonluk ülkeden, hem de bu kadar çok fakir nüfus varken, 4 milyonluk Bosnadan çıktığı kadar uluslararası futbolcu çıkmıyorsa bu işte bir sakatlık var demektir. Ve ben bu konuda altyapı hocalarının sorunun merkezine konmasının doğru olacağına inanıyorum. Ardanın söyledikleri de buna en büyük kanıt zaten.

Burun kıvırdığımız Bulgaristan Manchester United'a forvet verirken bizim hala büyük bir takımın as kadrosuna futbolcu sokmuşluğumuz yok. Şu an 5 büyük ligde oynayan tek futbolcumuz Tuncay Şanlı. Gurbetçileri saymıyorum çünkü onlar Türkiyedeki futbol sisteminin ürünleri değil. Onlar da altyapı hocalarımızın ne kadar başarısız olduklarının bir başka göstergesi. Avrupadaki 5 milyonluk Türk nüfusu Halil-Hamit Altıntop, Mevlüt, Nuri Şahin, Yıldıray, hatta Mesut Özil, Serdar Taşçı gibi üst düzey futbolcuları çıkarabiliyorken 70 milyonluk topraklardan bir Arda yarım Emre çıkabiliyor ancak.

Saturday, April 3, 2010

Devrim futboldan başlar


İstanbul ve Ankara ülkemizin egemen iki şehri. Bu durum futbola da yansımış. Ligin yarısı -9 takım- bu iki kenti temsil ediyorlar. 53 yıllık lig tarihinde şampiyonlukların yüzde 89u İstanbula gitmiş. 81 şehre sahip ülkede İstanbul hegamonyasını yalnızca Trabzon şehri kırabilmiş. Oysaki İngilterenin 18, İtalyanın 12 şehri şampiyon çıkarmayı başarmış. Böyle olunca o şehirlerin halkları takımlarına daha fazla sahip çıkıyor.



Yıllar yılı Anadoludan şampiyon çıksın diye bekledik durduk. Bir yandan da engellemek için elimizden geleni yaptık. Herşeyin derin türevleri olan Türkiyemizde futbolun da derini vardı tabiki. Ancak ben ilk kez bu sezon gerçekten umutluyum. Birçok alanda ezberlerin bozulduğu Türkiye, futbolda da bir devrimin eşiğinde. Hem de bu kez Trabzon örneğinden daha anlamlı. Çünkü o yılların aksine bu yıllarda futbol fazlasıyla endüstriyel. Başlıkta da belirttiğim gibi; devrim futboldan başlayacak ve hayatımızın her alanına sirayet edecek. Unutmadan söyleyeyim; böyle bir devrim uzun vadede en çok büyüklere yarar.



Anadoludan bir futbol devrimi gelecekse, bu elbette ki Bursadan gelecekti. Ülkenin büyüklükte dördüncü şehri ve en tutkulu taraftarlardan birine sahip tam bir şehir takımı! İlk kez bu kadar umutlu olmamın en büyük nedeni Bursanın önceki şampiyon adaylarından farklı karakteristiğe sahip olması. Ne geçen sezonki Sivas gibi savunma takımı, ne 2003teki Ersun Yanallı Gençlerbirliği gibi salt hücum takımı. Ertuğrul Hocanın Bursası modern futbolun gereklerini yerine getiren, hücum-savunma dengesine sahip komple bir takım. Umarım sezonun şampiyonluğu en çok hakeden takımı üç büyüklere yem edilmez.

Saturday, March 20, 2010

Biri Devi Uyandırsın!

Türkiyenin Avrupadaki en kalabalık genç nüfusa ve yüksek fakirlik oranına sahip olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, kıtanın en üretken futbol ülkesi olmasını beklemek hayalcilik olmaz heralde. Oysa an itibariyle 5 büyük ligde Tuncay Şanlı dışında kimse yok futbol sistemimizin üretimi olan. Öte yandan bu liglerde Slovakyadan tutun Bosnaya, Gürcistandan Belçikaya kadar sayısız futbolcu top koşturuyor. Futbolcu üretiminde sınıfta kaldığımızın bir başka kanıtı milli takım ideal 11inde oynayan 5 futbolcunun başka ülkelerin futbol sisteminden çıkmış olmaları (Hakan Balta, Hamit, Aurelio, Colin Kazım, Mevlüt).


İşin ekonomik boyutuna bakmak gerekirse; futbol marketimizde dönen para çok ciddi boyutlara ulaştı. Bugün Turkcell Super Lig Avrupanın en büyük 6. futbol ekonomisine sahip. 5 büyük ligle bu konuda boy ölçüşmenin mümkün olmadığını hesaba katarsak, Türk futbolu şu anda ekonomik anlamda zirve yapmış durumda diyebiliriz. İş bu zenginliğin karşılığını başarı olarak almaya gelince gene çuvallıyoruz. Bugün Avrupadaki iki kupanın çeyrek finallerine kalan 16 takımın içinde tek Türk takımı yok. Rusya, Şampiyonlar Ligi son 8ine takım sokmayı başarırken Türkiyenin 100 milyon euro civarında seyreden 3 takımı, hiper yıldızlarını  Super! Ligimizde kullanmakla yetiniyor. Bu sezon Avrupadaki 2 kupanın çeyrek finalistleri şöyle sıralanıyor:

Şampiyonlar Ligi
UEFA Avrupa Ligi
M.United
Fulham
B.Munih
S.Liege
Lyon
Valencia
Barcelona
Liverpool
Inter
Atletico Madrid
Arsenal
Hamburg
CSKA Moskova
Wolfsburg
Bordeaux
Benfica

İngiltere 4 temsille bu sezonun en başarılı futbol ülkesi. Bunu, Juventus’u epik bir maçla eleyip İtalyanları tek temsilciyle bırakan Fulham’a borçlular. Ancak o İtalyanların Inter’i herkesin arasından sıyrılıp kupa 1i alarak Mourinho’ya ikinci Şampiyonlar Ligi kupasını kazandırabilir. Almanlar ve İspanyollar bu sene 3 temsille yola devam ediyorlar. Real Madridin şok biçimde elenmesi bütün dengeleri değiştirdi bu sene kupa 1de. Fransa bu sene 2 takmla geldi çeyrek finallere. Talihsizlikleri birbirleriyle eşleşmeleri! Lyon alıştığımız biçimde harikalar yaratmaya devam ederken, geçtiğimiz sene Galatasaraya elenen Bordeaux bu yılın Nisan ayında vizyonda olacak. Dünya kupasına Keita, Kewell, Elano gibi yıldızlar gönderen Galatasaraysa aynı günlerde Manisasporla yetinecek! Lig değeri bakımından gerimizde olan Belçika ve Portekiz de bu sezon kupa 2 çeyrek finaline birer takım sokmayı başardılar. Aşağıda son 5 yılda çeyrek finale kalan takımların ülkeler bazındaki sıralamasını görebilirsiniz:

Sıra
Ülke
Şampiyonlar Ligi
UEFA Avrupa Ligi
Toplam
1
İngiltere
14
5
19
2
İspanya
7
7
14
3
Almanya
4
9
13
4
İtalya
7
2
9
5
Fransa
3
2
4
6
Portekiz
2
3
5
7
Rusya
1
2
3
8
Hollanda
1
2
3
9
Ukrayna
-
2
2
10
Romanya
-
2
2

Sizce de bu tablo Türkiye açısından acıklı değil mi?