Friday, May 28, 2010

UEFA Avrupa Futboluna Fransiz

Fotografta ilk bakista bir anormallik yok. UEFA Baskani 2016 Avrupa Sampiyonasi ev sahibini acikliyor. Elindeki kartta Fransa yaziyor. Platininin de Fransiz olmasinda ne var demeden once fotografi daha iyi okumaya calisalim.



Avrupa Futbol Sampiyonasi 2012’yle beraber 14 kez duzenlenmis olacak. 2016 oylamasina 3 adaydan Fransa ve Italya, turnuvayi daha once ikiser kez duzenlemis olma unvaniyla geldiler. Ustelik her iki ulkenin de ikiser Dunya Kupasi duzenlemisligi var. Ucuncu aday Turkiyeyse henuz herhangi bir futbol sampiyonasina ev sahipligi yapmamisti. Sonuc olarak diger iki adaydan cok daha fazla istiyordu UEFA 2016yi.

Bunlari magdur edebiyati yapma amaciyla soylemiyorum. Ancak ortada 70 milyon nufuslu futbol asigi bir ulke var. Bugune kadar degisik spor dallarinda duzenledigi uluslararasi organizasyonlarla rustunu ispat etmis. Ustelik bu ulke Avrupanin en buyuk 6. (yaziyla altinci) futbol ekonomisine sahip. Daha once yeterince hazir olmadigi gerekcesiyle iki kez reddedilmis UEFA tarafindan. Bu kez mukemmele yakin bir hazirlik yapmis ve turnuvayi sonuna kadar hakediyor. 2008 ve 2012 sampiyonalarinin ev sahipleri Avusturya, Isvicre, Polonya ve Ukrayna’ya kiyasla cok daha yuksek bir futbol potansiyeline sahip. Tum bu veriler sonucunda siz turnuvayi hala Turkiyeye degil de 4 turnuva duzenlemis Fransaya veriyorsaniz, hem de her ulkeye esit mesafede durdugunu iddia eden Fransiz baskaniniz kulis ustune kulis yapiyorsa, ulkesinin cumhurbaskanini tek tek tum uyelerle tanistiriyorsa, ben burada siyasi nedenler ararim. Senes Erzik kulis yapiyor da Platinin yapmasi neden anormal oluyor diyebilirsiniz. Ev sahipligi icin Turkiye ve Norvec yarisiyor olsaydi bu soyleme katilabilirdim. Ancak bir yanda 14 turnuvanin 2sini duzenlemis Fransa, diger yanda hic turnuva almamis Turkiye var. Sartlar bastan esit degil. UEFAnin daha adaletli davranmasi gerekiyordu. Hem de FIFAnin Afrikaya sampiyona verdigi bir donemde.

Buyuk resme sadece ve sadece futbol acisindan baktigimizda, Turkiye Avusturya, Isvicre, Polonya ve Ukrayna dortlusunu her anlamda ezip geciyor. Yok siz Avrupa Birligi politikalarini futbolun icine sokuyorsaniz bilemem. Ancak bildigim birsey var ki Platini bu isten cok zararli cikacak. Turkiye Futbol Federasyonunu ve emegi gecen herkesi, herseye ragmen kutluyorum. Umarim baslatilan projeler sampiyonayi kazanmisiz gibi devam eder.

Monday, May 24, 2010

Bu bir Fenerbahçe yazısıdır

Geçtiğimiz sene sık sık vurguladım Bursanın en komple takım olduğunu, dolayısıyla şampiyonluğu çok hakettiğini. Öte yandan yeşil beyazlı takımın pili de halefleri gibi erken bitseydi, ya da Volkan Demirel o golü yemeseydi, ya da Guiza o pozisyonlardan birini daha gol yapsaydı, bugün gazeteler Fenerbahçenin yeniden dirilişini, son 9 haftadaki inanılmaz geri dönüşünü yazacaktı. Ancak şimdilerde bol bol ‘Daum İstifa’ adlı şarkıyla nostalji yapıyoruz. Ben konunun sadece futbolla ilgili kısmını analiz etmeye çalışıp gerisini mümtaz Türk basınına bırakacağım.




Fenerbahçe ligin ilk ve son 10 haftasında 17 galibiyet 2 beraberlikle tam 53 puan toplamış. Akıl almaz bir performans! Öte yandan arada oynanan 12 maçın 8inde taraftarını mutsuz etmiş. Rıdvan Dilmen sorunun bu dönemde olduğunu sık sık vurguluyor. Sporcuların ve spor takımlarının performansları yıl içinde bu tarz çıkış ve inişler gösterir. Bu bilimsel bir gerçekliktir. Kimi takımlar lige çok hızlı girer ve sonra sert bir inişe geçerler (örnek:Ersun Yanalın takımları). Kimiyse haftalar ilerledikçe form tutar (örnek:son iki sezonun Beşiktaşı).

Teknik ekiplerin yapması gereken şey bu dönemleri iyi yönetmek ve iniş süreçlerini yumuşatmaktır. Daumun oynattığı futbolu beğenirsiniz beğenmezsiniz, ancak şampiyonluğa giden yolu onun kadar iyi bilen hoca az vardır. Sezon ortasındaki düşüş Alman hocanın sezon başındaki planlamasında elbette ki vardı. Ancak bu düşüş döneminde bu kadar puan kaybını o da hesaplamamıştır. Bu konuda Daumun özeleştiri yapması gerekiyor. Herşeye rağmen Fenerbahçenin topladığı 74 puan fena bir rakam değil. Bir önceki sezon Beşiktaşın 71 puanla şampiyon olduğunu unutmayalım.

Geçtiğimiz sezon sarı-lacivertli ekip oynadığı final maçlarının çoğunu kazandı. Ligin tepesindeki takımlara karşı ciddi bir üstünlük kurdu. Bursa, Beşiktaş ve Trabzonu birer kez, Galatasarayı iki kez mağlup etti. Zorluk derecesi yüksek maçların çoğunu kazanarak şampiyonluğu Bursadan sonra en çok hakeden takım oldu tartışmasız. Son haftalarda oynadıkları bol pasa dayalı oyun da takdir edilecek bir diğer yönleriydi. Ancak unutmamak gerek ki futbolda rakipler de var. Sizin başarınızı veya başarısızlığınızı belirleyen faktörlerden biri de onların başarı ya da başarısızlığı. 2006daki gibi 81 puanla şampiyonluğu kaçırabilir ya da 2007deki gibi 70 puanla ligi zirvede bitirebilirsiniz.

Yönetimler için önemli olan tabelayı saplantı haline getirmeden uzun vadeli düşünebilmektir. Aziz Yıldırım bugün Daumun başını isteyen medyayı dinlerse, daha önce defalarca yaptığı hatayı tekrarlamış olacak. Herşeyden önce bir futbolcu grubunu her başarısızlıkta faturayı teknik adama kesmeye alıştırmamalısınız. Aksi takdirde o futbolcu grubunun başına dünyanın en büyük hocasını getirseniz de o futbolcular bilirler ki başarısızlığın bedelini kendileri ödemeyecek sezon sonunda. Yönetimler teknik direktörlerine, takım üzerinde gerekli otoriteyi kurmaları konusunda yardımcı olmalıdırlar. Bunu elbette sezon sonunda onları günah keçisi ilan ederek başaramazlar. Fenerbahçe yönetiminin Daumun arkasında durup onu güçlendirmesi ve futbolculara bu mesajı vermesi gerek. Yoksa tekrar en başa dönecekler, Zicodan sonra oldugu gibi.




Esasında sezon başında Fenerbahçe iyi transfer yapamamıştı. Christian, Bilica gibi ortalama yabancıları kadrosuna dahil etmişti. Uzun yıllardır ilk kez transferde bu denli sönük kalmışlardı. Ancak özellikle Emre Belözoğlu o kadar ekstra performans gösterdi ki, inatla yukarıya tutundular. Emre dışında Volkan, Lugano, Selçuk ve Alex de önemli katkı yaptılar. Ayrıca devre arasında Kazımı göndermek önemli bir mesajdı futbolcu grubuna. Bu konuda tebrik etmek gerek yönetimi.

Şampiyonluğa oynayan takımların forvetleri sezon boyunca ortalama 8-10 puan kazandırırlar takımlarına. Daniel Guizanın bu sene sarı-lacivertli ekibe kazandırdığı tek maç Gaziantepe karşı Şükrü Saraçoğlunda oynanan karşılaşma. Fenerbahçe sezonu Semihle oynamış olsaydı bugün 80+ puanla şampiyonluğunu kutluyor olabilirdi. Tahmin ediyorum Guizayı oynatmak konusunda Dauma baskı yönetimden geldi. Daumun bu konudaki rahatlığı ve özgüveninin nedeni bu olsa gerek.



Thursday, May 20, 2010

En büyük kim?

En büyük olmak için kriter nedir? Taraftar sayısı mı, maddi büyüklük mü, yoksa kazanılan kupa sayısı mı? İşin bu kısmı tartışıladursun, kazanılan kupaların tablosu şöyle:

Friday, May 7, 2010

Devre arası transferinin karşı konulmaz cazibesi

Mükemmel iyinin düşmanıdır derler. Ama siz mükemmeli yakalayım derken elinizdeki iyiyi ziyan ederseniz Dimyata pirince giderken bulgurdan oldu da derler. Galatasarayın, özellikle ligin ikinci yarısında yaşattığı hayal kırıklığının ön plana çıkan iki sebebi var. Birincisi takımın neredeyse en önemli iki futbolcusu Baros ve Kewellin uzun sakatlıkları. Sarı kırmızılı ekibin ciddi bi puan kaybı var bu iki talihsizlikten. Ancak adı üstünde talihsizlik. Önüne geçilemez bir durum.



Ancak ikinci sebebin şansla talihle açıklanır yanı yok. Tamamiyle yönetim hatası! Elinizde önemli bir forvet var; Shabani Nonda. 11e koyuyorsunuz gol atıyor, sonradan sokuyorsunuz hat-trick yapıyor. Üstelik yedek kaldığı için de fazla sorun çıkarmıyor. Bu sezon yeşil çimeni ezdiği 1400 dakikaya tam 16 gol sığdırmış, yani 85 dakikada 1 gol! Bu rakamı ne ligin flaş forveti Makukula yakalayabilmiş ne de herhangi bir başkası. Tüm bunlara rağmen siz bu adamı devre arasında gönderiyorsunuz. Hem de 4 ayda ne kadar katkı sağlayacağı belli olmayan Jo’yu getirmek uğruna. Dahası, Avrupa’daki en önemli maça forvetsiz çıkacağınızı bile bile. Bu kadarını komplo teorisi diye yazsanız yok daha neler derler.

Galatasaray yönetimi geçen sezon devre arasında yaptığı Meira hatasının bedelini Hamburg’a elenerek ödemişti. Bu hatadan ders alınmıştır dedik ama bu kez hatanın katmerlisini yaptılar. İnanabiliyor musun Haşmet!

Saturday, May 1, 2010

Hayal kırıklığı analizi

Şampiyonluk mücadelesi veriyorsanız ligin tepesindeki takımlarla oynadığınız maçlar diğerlerinden daha önemlidir. Çünkü bu takımlar da sizin gibi şampiyonluk, en azından ligi ilk 5te bitirip Avrupa kupalarına katılma mücadelesi verdikleri için, onlarla oynayacağınız maçlar popüler tabirle 6 puan değerindedir. Öte yandan bu takımlar diğerlerine göre daha kuvvetli oldukları için onlara karşı aldığınız sonuçlar sizin gücünüz için de önemli bir indikatördür.

Galatasaray ligin üst kısmında bulunan 6 takımla oynadığı 11 maçta 10 puan alabilmiş; maç başına puan ortalaması yalnızca 0.91. Koskoca 11 tane 6 puanlık maçta yalnızca 2 galibiyet! Oysa şampiyonluktaki rakiplerinden Fenerbahçe yukarıdaki altılıyla oynadığı 10 maçta 6 galibiyet alarak maç başına 1.80 puan ortalaması tutturmuş. Diğer şampiyonluk adayı Bursasporsa 11 maçta 5 galibiyet, 3 beraberlik alarak bu 6 takımdan 18 puan toplamayı başarmış.

Rijkaard önümüzdeki sezonun planlamasını yaparken, hayal kırıklığıyla bitecek olan bu sezonu çok iyi analiz etmeli. Güçsüz takımlara karşı oynanan 18 maçta 45 puan alınarak maç başına 2.50 puan ortalaması tutturulmuş. Bu rakam şampiyonluk için fazlasıyla yeterli. Ancak ne zaman direnci yüksek, özellikle ortasahası kuvvetli bir takımla oynansa sonuç hayal kırıklığı olmuş. Galatasaray kendinden düşük siklette önüne geleni parçalayan, ancak kendi sikletinde dayak yiyen bir boksör gibi.

Sezon başından bu yana söylediğim gibi; Rijkaardın takımına oynatmaya çalıştığı futbol öyle pek kolay hazmedilip içselleştirilecek türden değil. Olgunlaşması zaman alıyor. Ancak başarıldığında bir takımı çok ileriye götürebilecek bir oyun anlayışı bu. Şu anda Avrupada bu oyunu başarıyla oynayabilen çok az takım var. Topa sahip olmaya ve bol pasa dayalı bu sistemde tüm oyuncularınızın teknik kapasitesi belli bir ortalamanın üzerinde olmalı. Aksi takdirde siz ne yaparsanız yapın Servetten, Emre Güngörden bir Marquez yaratamıyorsunuz ve bu oyuncuların yaptığı basit pas hataları sayısız puan kaybına neden oluyor. Sonuçta da 2 stoper mevkiinde oynatmak üzere 4 milli takım oyuncusuyla (Servet, Gökhan Zan, Emre Aşık Emre Güngör) başladığınız sezonu o bölgede, Lucas Neill ve sol bek Hakan Balta ile bitiriyorsunuz.

4-3-3 dizilişinde en önemli bölge orta 3lü. Burada oynatacağınız oyuncular oyunun hem defansif hem ofansif kısmını iyi oynayabilmeli. Böylesine çift yönlü futbolcu Avrupada dahi az bulunuyor. O yüzdendir ki bu türün temsilcileri Gerard, Xavi, Cambiasso gibi adamlar artık çok para kazanıyor. Linderoth bu anlamda en isabetli transferiydi Galatasarayın ancak onun hikayesi de apayrı bir tez konusu.

Mevcut kadroda Rijkaardın istediği orta 3lüye en uygun oyuncular, ideal olmamakla birlikte, Elano ve Mustafa Sarp. Birinin savunmasını diğerinin de pas yüzdesini hızla geliştirmesi şart. Hollandalının bu bölgeye bir veya iki transfer isteyeceği aşikar. Bu durumda hücumcu yıldız yabancılardan fedakarlık yapılacak. Zaten ileri 3lü için 5i yabancı 6 üst düzey futbolcu (Kewell, Arda, Baros, Jo, Keita, Dos Santos) fazla lüks. Bu gruptan en az 2 futbolcu feda edilecek.

Rijkaard ve Neeskens sezon boyunca hücum-savunma dengesini sağlamaya çalıştı durdu. Ancak yönetimin gerek sezon öncesi gerekse devre arası transfer politikası bu amaca hizmet etmedi. 2010 yazında teknik ekibin akorduna uyum sağlamayı başarırlarsa Rijkaardın “meydan okuma”sına önemli katkı sağlarlar. Yoksa Ağustosun transfer şampiyonu, Mayısın hayal kırıklığı olmaya devam edecekler.